13 Mayıs 2022 Cuma

Transgresyon Sineması



 









1980′lerin New York’unda bir garip manifesto yayımlandı; ‘’Cinema Of Transgression’’. Manifestoda, ‘’hiçbir şeyin kutsal olmadığının’’ ve ‘’tüm sinema okullarının havaya uçurulmasının gerekliliği’’ üzerinde duruluyordu. Geleneksel değerleri yücelten bir algıyla film yapılamayacağı ve yasaları, emirleri, görevleri ihlal etmeyen akademik sinema dilini çiğnemeden özgün bir yaratımın söz konusu olamayacağı aşikardı. Tabularla zincirlenmiş köle bir dünyada, özgürlüğe yaklaşmak ve daha aşkın bir düzlemde var olabilmek için transgresif dönüşümün zorunluluğunu vurgulayan Nick Zedd’in yeraltından yükselen sesi, Richard Kern, Scott B, Jon Moritsugu, Tessa Hughes-Freeland, Tommy Turner, David Wojnarowicz, Casandra Stark gibi bir çok yönetmen ve yapımcıda öfke nöbetlerini tetikleyecekti.

Transgresyon Sinema terimi, ilk defa, Nick Zedd’in Orion Jeriko’yla birlikte hazırladıkları ‘’Underground Film Bulletin’’in 1984′te yayımlanan sayısında kullanılmış olsa da kapsamındaki sinema hareketini daha eskilere, 1970′lerdeki ‘’No Wave’’ akımına, John Waters’a, hatta 1960′lara; Jack Smith, Paul Morrissey ve Kenneth Anger sinemasına dek götürmek olasıdır. Transgresyon Sineması, şok edici üslubuyla izleyenleri kışkırtmayı ve toplumsal değerleri sarsmayı amaç edinmeliydi. Zedd’in tabiriyle ‘’kimsenin hayal etmediği ölçüde kan, utanç, acı ve coşku’’ olmalıydı. Diğer taraftan bu ihlal sanatı daha sonra, yine Nick Zedd’in Ekstremist Manifesto’da da dile getirdiği gibi; ‘’gölge iktidarlar ve gizli elitler tarafından dayatılan sahteciliğin teşhir edilmesi’’ ve ‘’ticarete dayalı kanserli sanat kurumlarının ve şahsi deneyimlere dayalı bireysel çıkışları da olumsuzlayan kapitalizmin yağmacı habis düsturunun yok edilmesi’’ demekti.

Transgresyon Sineması'ndan bir kaç örnek:
They Eat Scum (Nick Zedd, 1979)
Black Box (Scott B, 1979)
The Bogus Man (Nick Zedd, 1980)
Vortex (Scott B, 1982)
Baby Doll (Tessa Hughes-Freeland, 1982)
The Right Side of My Brain (Richard Kern, 1985)
Where Evil Dwells (Tommy Turner, David Wojnarowicz, 1985)
Mommy Mommy Where’s My Brain (Jon Moritsugu, 1986)
Police State (Nick Zedd, 1987)
Fingered (Richard Kern, 1988)
War Is Menstrual Envy (Nick Zedd, 1992)
Nymphomania (Tessa Hughes-Freeland, 1993)

10 Mayıs 2022 Salı

Müzik Ve Sansür




 







 

 Platon der ki; ‘’müziğini değiştirirseniz sitenin duvarları yıkılır.’’ Hiç şüphesiz, müziğin doğasındaki bu güç, bir çok düşünsel, kültürel, ideolojik ve dinsel örüntüyü/parametreyi dönüştürme/yıkma potansiyeline sahiptir. Tarihsel boyutta ele aldığımız takdirde, insanın/toplumun adeta ‘’anamnez’’i diyebileceğimiz müziğin; ‘’iktidar mücadelelerindeki’’ temsilini çok iyi okumak gerekir. Jacues Attali ‘’Gürültüden Müziğe (Müziğin Ekonomi Politiği Üzerine)’’ adlı kitabında; ‘’gürültü bir silahtır ve müzik de onun biçim verilmişi, dinsel bir cinayet taslağının evcilleştirilmişidir‘’ diyordu. İşte, tam da bu yüzden müzik, ‘’otoritenin’’ özel ilgi alanıdır.

İlk defa Amerika Kayıt Endüstrisi Birliği (RIAA) tarafından kullanılmaya başlanan bir uyarı etiketi olan Parental Advisory, 1985 yılında, çocuklara ‘’olumsuz örnek!’’ oluşturabilecek içerik hakkında, bir başka otorite olan ebeveynleri uyarmak amaçlı kullanılmaya başlansa da; temelde, ürettiklerinin içeriği hakkında müzisyenin kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini bildiren bir alt mesajdır. Bu bir sansürdür ama tabii ki müzikteki sansürün tarihi bu kadar nazik ve bu kadar yeni değildir.

 Sansürün birden çok nedeni olsa da konuya bir bütün olarak bakıldığında tüm sansür politikaları aynı şeye hizmet eder. Örneğin; 1930′ların İngiltere’sinde George Formby’nin seslendirdiği ‘’When I’m Cleaning Windows’’ adlı şarkı röntgencilik, toplumda yaratacağı korku ve panik nedeniyle BBC’de yasaklanırken, ikinci dünya savaşının hemen ardından, soğuk savaş dönemi Abd’sinin, anti-komünizm seferberliği ilan ettiği bir dönemde, Merle Travis’in madencilerle ilgili bestelediği ‘’on altı ton yüklersin, eline ne geçer, daha da yaşlanıp daha da borca batarsın, aziz peder beni çağırma çünkü gelemem, ruhum şirkete zimmetli’’ gibi sözleri nedeniyle komünizm propagandası yaptığı düşünülen ‘’Sixteen Tons’’ adlı şarkı, FBI tarafından verilen bir direktifle radyo listelerinden kaldırtılır. 

Yine, 1978′de kaydettiği ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yasaklanan ‘’1 Mayıs’’ plağı, Cem Karaca’nın Türkiye’de yargılanması ve vatandaşlıktan çıkarılması için yeter sebep olmuştur. ‘’Naghi’’ adlı eseriyle; ‘’Naghi ben canımı veririm Farnoosh’un penisine, 3 milyar dollar ki unutuldu çocuk hikayesi gibi‘’ diyerek İran’daki molla rejimini hicveden Shahin Najafi hakkında ölüm fetvası çıkarılmasında hiç tereddüt edilmemiştir. Sinéad O’Connor, ‘’War’’ adlı şarkının performansı sırasında Papa II. John Paul’un fotoğrafını şarkıyla ilişkilendirip, kameraların önünde yırttığı için yasaklanmıştır. ‘’Get Your Filthy Hands Off My Desert’’taki sözleri baz alınarak, Sovyet politikasını eleştirdikleri gerekçesiyle Pink Floyd, SSCB’de yasaklı kalmıştır. Serge Gainsbourg’un Jane Birkin ile seslendirdiği ‘’Je T'aime… Moi Non Plus’’ müstehcenlik ya da toplumsal ahlaka aykırılık gerekçesiyle, NWA’in 1988′de yaptığı ‘’Fuck Tha Police’’ adlı şarkı argo ve protest dili sebebiyle bir çok ülkede yasaklanmıştır. 1973′te, Pinochet darbesi sırasında, devrimci bir halk şarkısı olan ‘’Venceremos’’u söylemeyi bırakmadığı için öldürülen Victor Jara’nın Şili’de yaşadıkları, otoritelerin neden müziği bu denli kontrol altına almaya çalıştıklarının belki de en somut örneğidir. Baskın anlayışın, iktidarın ya da otoritenin meşruiyetini sorgulayan-sarsan başka herhangi bir araç, müzik kadar etkili olamaz. En başa dönersek; ‘’müziğini değiştirirseniz sitenin duvarları yıkılır.’’

(Devamı gelecek...)