9 Ağustos 2022 Salı

Kapitalizmin Şizoanalitik Tahlili: Anti-Ödipus





 Gilles Deleuze ve Felix Guattari'nin birlikte kaleme aldıkları, felsefe ve psikanalizin (daha doğru bir ifadeyle; anti-psikanalizin) birlekteliğinden doğan “kapitalizm ve şizofreni” konulu ilk çalışmaları olan Anti-Oedipus (ikincisi: Mille Plateauoc); “modernitenin, arzuyu bastıran ve devrimci hareketlere dahi bulaşmış olan, dallanıp budaklanmış söylemlerinin ardındaki faşist öznelliklerinin ve kurumlarının kışkırtıcı bir eleştirisidir”. 
 Şizofreni, Deleuze ve Guattari için psikiyatrik bir anlamın çok ötesindedir. Şizofreni, kapitalist sistem içerisinde ama kapitalist sistemin iradesi dışında ortaya çıkan bir hata olduğu için, devrim, ancak bu hatayı çoğaltmakla, daha doğrusu “arzu makineleri’‘ni yaygınlaştırmakla mümkün olacaktır. Deleuze ve Guattari, kapitalizmin persona non gratasını, arzunun özgürleştirici gücü olarak görür. 
 Kapitalizm, psikanalizin, eksik ya da kusurlu olmakla itham ettiği organlarına ihtiyaç duyar. Tam da bu sebepten şizoanaliz, bir kayıt yüzeyi işlevi gören ’'organsız bedene” sahiptir.  Şizoanaliz, psikanaliz geleneğe karşı çıkar, Ödipus etkileşimli arzu nesnesini reddeder. “Ödipus, kadını taciz eden şirket patronudur. Ödipus, psikanalist denilen küçük penistir, despottur…  Arzuya noksanlığı sokan Ödipus'tur. Ödipus’un emperyalizmi burada bir yokluk uydurma sembolüdür.’' 
 Şizoanalizdeki arzu; talep ve ihtiyaç nosyonlarından bağımsız, Lacancı bilinçdışı arzuyla benzerlikler gösterir. Lacan'a göre, arzu ve isteği birbirinden ayırmak önemlidir. Arzu, isteğin doyuma ulaşmasından sonra da vardır. Arzuyu tetikleyen neden ile arzuyu tatmin edecek nesne arasında bir örtüşmezlik söz konusudur. Bilinçdışındaki bu tekinsizlik, tatmini mümkün olmayan bir doyumsuzluğa karşılık gelir. Deleuze'e göre; arzuyu nesneleştirebilmenin, sömürebilmenin, hizmetçileştirebilmenin, baskı altında tutabilmenin imkanı yoktur. Bu tam olarak ’'şizofrenik bilinçdışı’'nın kendisidir.
 Şizoanaliz, toplumsal ya da tarihsel bağlamdaki üretimin, bilinçdışı libidinal yatırımının varlığını göstermeyi amaç edinir. Bu yönüyle, militan bir analiz biçimidir. Savaşımını; arzu ve oluşun karşısında yer alan denetim toplumuna, kapitalist sisteme, bizim yerimize kararlar veren kafalarımızın içindeki faşiste, statükocu psikanalize karşı gerçekleştirir. 
 Kodçözümü süreciyle doğan kapitalizm, toplumsal örgütlenmelerin ulaşabileceği nihai sondur. Despot devletler evresinde de bir üstkodlamadan ve bu bağlamda ’'yersizyurtsuzlaşma (deterritorialization)’'dan söz etmek mümkündür, ancak kodsuzlaşma trafiği ’'socius’'ü dönüştürmek için yeterli olmadığından, kodsuzlaşmış akışların hedefi haline gelen devlet, kendi sonunu hazırlamıştır. 
 Anti-Ödipus'ta, çokça üzerinde durulan kavramlardan birine değinmekte yarar görüyorum; ’'göçebelik”. Göçebelik kavramını Gerald Raunig şöyle ifade eder: “Deleuze ile Guattari’nin çalışmalarında kitlesel güç hattı iki başka hatla yan yanadır; moleküler ya da göçmen hattı ile kaçış, kopuş, göçebe hattı. Bu zorunlu göçle, yani bir yerden yeni bir yerleşim ümidi bulunan başka bir yere kaçmakla (yerliyurtlulaşmak) saldırgan göçebe oluş pratiği arasındaki önemli farka tekabül eder. Göçmen hattı iki noktayı birbirine bağlar; birinden ötekine doğru, yersizyurtsuzlaşmadan yerliyurtlulaşmaya doğru gider. Buna karşılık, göçebe hattı bir kaçış hattıdır; yersizyurtsuzlaşma hareketlerini bir akıma, geleneksel anlamda kaçışla hiçbir ilgisi olmayan akıcı bir harekete yönlendirir. Kaçmaktır, evet; ama kaçarken de bir silah aramaktır. Bu göçebelik kaçış hattının özelliği saldırgan oluştur”.
 Anti-Ödipus; ego ve süperego tahakkümünü, utanç duygularını, yasayı ve kastrasyonu ortadan kaldıran, yıkım üreten ‘’fabrika’’dır. Bu fabrika, teoride ve pratikte, hayatın her alanına, her yönde akacak makineler üretmekle görevlidir…